bozkurt Moderatör
Mesaj Sayısı : 175 Başarı sistemi : 5 Kayıt tarihi : 13/04/09 Nerden : heryerden Ruh Hali : Takım :
Cüzdan Altın: 0
| Konu: ******’ün Kibris Direktifi Salı Kas. 10, 2009 8:17 pm | |
| Asırlardan beri üzerinde büyük bir Türk toplumunun yaşadığı Kıbrıs’ın Türkiye için olan jeolojik ve stratejik önemi Lozan Antlaşmasından bu yana başta büyük Önder ATATÜRK olmak üzere Türk devlet adamları ve aydınları tarafından çok iyi anlaşılmıştır. Türk Kurtuluş Savaşı’nın maddi ve manevi yoğunluğu sonucu Lozan Antlaşması’nın 16. 20. ve 21. maddeleri Adanın İngiltere’ye bağlanmasını zorunlu olarak kabul eden Türkiye Cumhuriyeti’nin bu haksiz fiili durumu hiçbir zaman içine sindiremediği de bir gerçektir. Adada meydana gelen 1931 Rum isyanlarından sonra Ankara’ya gelen ve kurulacak olan mukavemet hareketi için yardım isteyen bir Kıbrıs Türk heyetine ATATÜRK’ün o günlerin zor ekonomik koşulları altında büyük bir maddi yardımda bulunması bu düşüncenin anlamlı bir göstergesidir. Kıbrıs’ın Türkiye Cumhuriyeti için olan büyük önemi ATATÜRK’çe daima önemsenmiş ve bu önem zaman zaman büyük önderce açık bir şekilde vurgulanmıştır. ******’ün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1930′lu yıllarda Antalya bölgesinde yaptığı muhtemel bir düşman kuvvetinin bölgeyi işgal ettiği varsayımına dayanan bir tatbikatında komutan ve subaylara söylediği adeta bir direktif alan şu sözleri son derece anlamlıdır: “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu Ada bizim için çok önemlidir.” Türkiye Cumhuriyeti, büyük önderinin kesin bir direktif anlamındaki bu sözlerini hiçbir zaman unutmamış, gözardı etmemiştir. 1950′li yıllarda Yunanistan’ın Kıbrıs’ta MEGALO İDEA bayraklarını açması üzerine olayları protesto etmek için zamanın Başbakanı Adnan Menderes tarafından Türkiye çapında başlatılan “Kıbrıs Türk’tür” mitingleri ile o günlerin başarılı Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun Londra ve Zürich anlaşmalarını gerçekleştiren yoğun çabalarında da ******’ün bu direktifleri esas alınmıştır. Daha sonraki yıllarda iktidara gelen İnönü ve Demirel hükümetleri de 1963 ve 1967 buhranlarında kendilerine bu direktifi şiar edinmişlerdir. 1963 olaylarında Adadaki kanlı Rum saldırılarının başlaması üzerine devrin Başbakanı İsmet İnönü’yü ziyaret eden Sn. Rauf Denktaş, durumun fecaatini heyecanlı bir şekilde dile getirirken, İnönü kendisinde pek ender görülen bir duygu seli içerisinde tüm Türk ulusunun duygularını belirten şu sözlerle Sn. Denktaş’ı yanıtlamıştır:
“Denktaş, Denktaş, Kıbrıs benim sorunumdur. Kıbrıs Türkiye’nin sorunudur. Fazla söze gerek yok. Her türlü yardım yapılacaktır.” Bu sözlerin hemen ardından Türk Hava Kuvvetleri Grivas’ın kanlı çetelerini bombalamış, Megalo İdea hayallerini bir kez daha paramparça etmiş, papaz Makarios’u dize getirmiştir. İnönü, bu arada zamanın Kıbrıs Koordinasyon Komitesi Başkanı Turizm ve Tanıtma Bakanı Sn. Ali İhsan Göğüş’ün Kıbrısın Sesi Radyosu’nun kurulması için istediği o zaman parası1.000.000. TL. sını derhal kendi özel tahsisatından vererek örnek bir davranış sergilemiş ve bu radyonun çok kısa bir zamanda Adaya moral yayınları yapmasını sağlamıştır. Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki bu kararlılığı ve milli politikası Sn. Süleyman Demirel ve Sn. Bülent Ecevit Hükümetleri dönemlerinde de aynen devam etmiş, Demirel aktif davranışları ile 1967 olaylarında adaya gizlice sokulan 20.000 Yunan askerini Kıbrıs’tan çıkarmış, çetebaşı Grivas’ı bir daha dönmemecesine Adayı terk etmek zorunda bırakmıştır. Başbakan Bülent Ecevit ise, 1974 olaylarında kararlı ve cesur davranışları ile Kıbrıs’ta I. ve 2. Barış Harekatlarını gerçekleştirmiş. Ada Türk’lerine özgürlük sağlamış ve bugünkü, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin temellerini atarak demokrasi ve Türklük düşmanı Yunan cuntasını darmadağın ederek hırçın ve yaramaz Yunanlı komşularımıza demokrasinin yeniden gelmesinin yollarını açmıştır. Büyük ******’ten bu yana Türk hükümetlerinin gerçekten ağır koşullar altında gösterdikleri bu kararlı tutum ve davranışların günümüzde de tüm baltalama çabalarına rağmen devam edeceğine hiç kuşku yoktur. Türkiye büyük Önderin de işaret ettiği gibi, Kıbrıs’ın Anavatanın güvenliği ve geleceği ile yakın ilgisini dün olduğu gibi bugün de gözardı etmemiştir, etmeyecektir. Binlerce kilometre ötedeki Türk’i Cumhuriyetlerinin maddi ve manevi alanlarda birleşmeleri ve işbirliği yapmaları için büyük gayretler sarf eden Türkiye Cumhuriyeti’nin 40 mil ötesindeki Kıbrıslı soydaşlarını unutup feda edebileceğini düşünmek tek kelime ile gaflettir. ******’ün Kıbrıs’la ilgili direktifleri ve Türk Ulusunun bu direktife sadakati, yavru vatanın geleceği için en büyük teminattır. Maraş’ın Gerçek Sahibi Türkler’dir
Maraş’ın Kıbrıs sorununda çok önemli bir yeri vardır. Rumlar, her fırsatta Maraş’in kendilerine ait olduğunu savunmakta, bölgenin adinin “Varoşi” olduğunu öne sürmektedirler.Aslında Rumlar Türkçe’ye Macarca’dan gelmiş bulunan “kenar mahalle” anlamına gelen “Varoş” kelimesini bir “i” harfi ilavesiyle “Varoşi” haline getirmişlerdir. Bölgenin ilk sakinlerinin 1186′da Selahaddin Eyyubi tarafından Haçlı seferleri nedeniyle yerleştirilen Türk akıncıları olduğu kesindir. Daha sonraları 1400′Iü yıllarda Mısır Kölemen Türk Sultanları da bölgeye 10 binden fazla Kölemen Türk’ünü yerleştirmişlerdir. Bu tarihlerde Adada Venedik ve Cenevizliler’den başka kimsenin olmadığı, bir tek Rum’un bile bulunmadığı tarihi bir gerçektir. Bölgeye “Maraş” isminin Osmanlılar döneminde adaya Anadolu’nun Maraş vilayetinden çok sayıda asker ve göçmen gönderilmesiyle verildiği de o dönemin nüfus kayıt belgeleriyle sabittir. Magosa ve özellikle Maraş’taki arazi ve mallarin Türkler’e ait oldugu, Kıbrıs’ta 1571′de fetihten itibaren tutulan Osmarılı kayıtlarında kesin bir şekilde görülmektedir. Kıbrıs’ta tüm araştırmalara rağmen fetihten önceki döneme ait hiçbir kayıt ve belge bulunamamıştır. Osmanlı yönetimi, fethin hemen ardından Adadaki tüm arazi ve mal sahiplerini belirleyen ve günümüze aynen intikal eden “Raus ve mühimme defterleri ile tapu kayıtlarını, ruznameleri ve tahriri nüfus defterlerini” muntazaman düzenlemiş, kayıtsız hiçbir arazi ve emlak parçası bırakmamıştır. Osmanlı yönetimi bu arada özellikle Magosa ve Maraş’taki toprakları “Arazii Miriye, Arazii Mevkufe, Arazii Uşriye, Arazii Memlüke ve Arazii Mev’at” olarak 5 bölüm halinde kayıtlara geçirmiştir. Kıbrıs’ın fethi ile birlikte tüm Adada olduğu gibi Magosa ve Maraş’ta yüzden fazla Türk vakfı kurulmuştur. Bu vakıfların en önemlileri “Bilal Ağa, Kutup Osman, Zehra Haci Mustafa, 2. Selim, Sadrı Esbak Aptullah Paşa ve Lala Mustata Paşa” vakıflarıdır. Bu vakıflar “Ahkamûl Evkaf esaslarına göre düzenlenmiş, uzun ve kısa vadeli icar ve ferağ yollarıyla Müslüman ve Hıristiyanlara bu arazi ve malları kullanma imkanı tanınmıştır. Bölgedeki en büyük vakıflar olan Aptullah Paşa ve Lala Mustafa Paşa vakfı kayıtları bugün de mevcut olan (712 ve 713) sayılı tapu defterlerinin (770982) ve (9991491) nolu koçanlarında araziler, hanlar, çeşmeler, evler, çiftlikler, mezarlıklar vs. açık bir şekilde gösterilmiştir. Magosa ve Maraş’taki vakıf mallarının arasında başta Pertev Paşa Mezarlığı olmak üzere binlerce Türk’ün yattığı sayısız mezarlık bulunmaktadır. İlginç olan; kayıtlarda bir tek Rumca insan, köy ve kent adının bulunmayışıdır. Tüm isimler Türk isimleri olup Tekkeli, Bilal Ağa, Kumluk, Pertev Paşa, Hamam, Beylik, Yeni Değirmen, Mezbaha, Hürrem Bey, Hasan Efendi vs. gibi Anadolu’da çok kullanılan isimlerdir. İngiliz yönetiminin 1898′de Kraliçe Viktorya’nın doğum jübilesi nedeniyle Türk vakıflarını Magosa Rum Belediyesi’ne devretmesine rağmen Türkler resmi kayıtları ve belgeleri Rumlar’a teslim etmemişlerdir. Vakıflarla ilgili tüm defter ve belgeler bugün KKTC Milli Arşiv Dairesi’nde bulunmaktadır. İngiliz yönetiminden sonra işbaşına gelen Rumlar, Adadaki Türk izlerini Silip yok etmek için Ortodoks kilisesinin yönetiminde bir yakıp kıyma kampanyası başlatmışlar, camiler kiliseye çevrilmiş, Türk anıtları yıkılarak yerlerine Rum anıtları konulmuş, mezarlık ve çeşmeler tahrip edilmiş, köy ve kentlerdeki tüm Türk isimleri Rum isimleri ile değiştirilmiştir. Ancak tüm gayretlere rağmen adadaki Türk izleri silinememiş, Rumlar’ın bugün dahi birçok yerlerdeki Türk isimlerini kullanmaları önlenememiştir. Kısacası; eldeki vakıf belgeleri Maraş’ın Türkler’e ait olduğunu inkarı güç bir şekilde ortaya koymaktadır: Sonuç olarak: Günümüzde Magosa ve Maraş’la ilgili Rum iddialarını çürütmek için Türk vakıf belgelerinden yararlanmak yerinde olacaktır.
Vakıf kayıt ve belgelerinin ciddi bir şekilde incelenmesi ve Adada 19′uncu asrın başlarına kadar hiçbir ciddi Rum topluluğunun bulunmadığı, Rumlar’ın 1830 Yunan isyanından sonra Hetniki Eterya’nın Kıbrıs’ta düzenlediği Jenosit hareketlerinden sonra çoğunluğu aldıkları gün ışığına çıkacak, özellikle Maraş’la ilgili iddialar iflas edecektir | |
|